14 Ağustos 2011 Pazar

Sosyopat




Sosyopatlık” özellikle “empati” (duygudaşlık) kurmanın karşıtı bir psikolojik bozukluk.

İnsanlarla kendi aranda “empati kurmak” ise aslında yazılı ve sözel olmayabilen duygusal zekaya da bağlı olduğunu düşündüğüm bir anlaşma yolu… Bana göre toplum içinde ki davranışlarımızın kalitesini belirleyen en önemli göstergeler buradan çıkıyor…

***

Birinin özel durumuna bakarak ondan yapamayacağı bir şeyi istemezsin. Bu en basit anlamda sosyal bir empati kuralıdır. Hani çoğu kere kendi aramızda “insani” filan diye tanımladığımız küçük ama gerekli şeyler.

Yolda tökezleyip düşmek üzere olan yaşlı bir insanın düşmemesi için refleks gösterirsin ki kemiğinin kırılması halinde tekrar onarılması zor olan bir yaşta olduğu bilgisine biraz sahip olman lazım burada… Bilgi yetmez kendinle empati de kurman lazım! Günün birinde hepimizin yaşlanacağının, sonunda bugün ki gücümüzden eser kalmayacağının çıkarsamasını zihninde kurabilme becerisine sahip olman gerekir. Bu yüzden yaşlı bir insanı yapamayacağı bir hareket konusunda oturup aval aval izlemek yerine ona yardımcı olmak oldukça erdemli bir davranıştır… Bazen gidip onlarla bir şey konuşmak, onların anlattıkları ile ilgilenmek… Söylemeye gerek var mı? Sosyal bir empatidir aslında.

Tam tersi ise yani herhangi bir sorunu hiçbir şey yapmadan izlemek sosyopatlıktır. Sosyopatın sıkıntısı empati kuramamasıdır kimseyle…

***

Gençlere ders çalışmaları konusunda durmadan yüklenen bir milletiz. Modern hayatın dünyadaki temel kuralı haline gelen “iş sahibi olmak gerektiği düşüncesi” ile hareket eden aileler çocuklarını okutmak için hiç de az denilemeyecek paraları artık “sektör” demenin bir sakıncası kalmadığı eğitim alanında harcamaktalar. Dershaneler bir öğrenciyi kazandırsın-kazandırmasın, alacaklarını tahsil etmek için yasal yolları kullanmaktan çekinmezler. Okullar açıldığında ha bire toplanmaması için kararnameler çıkarılan “kayıt parası” adında paralar yine de birileri tarafından toplanmakta... Bunu başka isimler altında da yapmaktalar…

Özel bir okul örneğin Paris’e de bir gezi düzenleyebilmekte, devlet okulu öğrencisi ise iki dolmuş parasını denkleştirmenin hesabını yapmakta… Sistem budur.

Serbest piyasa sosyal empati kurma yeteneği olmayan bir alandır. O yüzden burada sürekli toplumsal bir patlamadan korkulur ve söz edilir. Bunun örneklerini Fransa’da veya Yunanistan’da öğrenci veya azınlık hareketleri olarak duymaktayız; tam da içinde yaşadığımız günlerde olduğu gibi İngiltere’deki hükümetin aldığı bir karara tepki ile başlayan, güvenlik güçlerinin ölçüsüz güç kullanması ile fitillenen ve toplumsal şiddet çatışmalarına dönen taze örneklerle…

İngiltere’deki bir talan örneği dikkatimi çekmişti. Haberde mağazalara saldıran 13-14 yaşındaki gençlerin mağazalarda ne var ne yok almak yerine özellikle markalara yöneldikleri ve hep reklamını görüp bir türlü elde edemedikleri malı almayı, herhangi bir malı çalmaya tercih ettikleri söyleniyordu!

Bugünlerde camiye gidenlerin arttığı bir gerçek… Ülkemizden taze bir haber ise şu klasik camilerdeki ayakkabı yürütme hırsızlığı üzerine müminleri uyaran bir haberdi. Ama haberdeki dikkat çekici ayrıntı da hırsızların her yeni ayakkabıyı değil de, üzerlerine yakıştırdıklarını çaldıkları vurgulanıyordu.

***

Üstteki örneklerden yola çıkarak kapitalist düzende reklam araçlarının “empati” denen insani olguyu çarpıttığı çıkarsaması yapılabilir. Ki haklılık payı da büyüktür. O halde legal düzen içinde sosyopatlığın temelde sistemin kendi hücrelerinde mantıken “altta kalanın canı çıksın” şeklinde adı konulmamış da olsa bulunduğu söylenebilir! Ve sistem tarafından yaygınlaştırılan, beslenen yanları da olduğu düncesine ulaşılabilir.

Biraz fazla akademik, endemik, filarmonik mi oldu cümlelerim ne? Daha anlaşılır bir örnekle tamamlayayım öyleyse:

Zaten kendi 1990 model arabasına taktırdığı Şahin kornasındaki ayırt edici özelliği önündeki mesela 2012 model Hundai Tucson’u görünce basan şoförü sempati ile karşılayabilirim kolaylıkla. Bu davranışının altında toplumsal eşitsizliğin içgüdüleri olduğunu düşündüğümden… Ve kurduğum empati, kapkara bir ışıldamayla yanımdan geçip giden dört çeker 2012 model Hundai Tucson’a Şahin kornasının attığı havanın ‘tüm havasını alanların (!)’ havası olmasındandır biraz… Empatimin içine burada biraz sosyopatlık da karışmış görünüyor!

Sanırım toplum içinde ele geçiremediği sosyal refah seviyesi yüzünden bu şekilde debelenen birçok kişi var. Bu ikisi arasındaki orantıyı doğru kuranların espri yeteneğinden şüphe etmiyorum. Benim sıkıntım o orantıyı kuramayıp, sosyopatlık ile empati arasında “sosyopat” olanların sayıca çoğalması git gide…

***

Sosyapatlık her ne kadar psikolojik bir sorunsa da toplum içinde etrafınıza bakıyorsunuz ve öyle olanların daha rahat, kendinden emin olduklarını görüp afallıyorsunuz. Şahsen afallıyorum! Neden bu kadar çoğaldılar? Niye “acımasız olmak, sevgisiz olmak, saygısız olmak bu kadar kutsandı günümüzde?” Sorusunu sık sık ama sırf dilime geldiği için soruyorum!

Sizlerde sormuşsunuzdur bu tür soruları yeri geldiğinde… İçinden çıkamayacağımız kadar zor olan bir şey varsa, önce eylemi yapmak, sonra da üzerine düşünmektir! Çünkü olan olmuş-bitmişse üzerine söylenecek son söz de oldukça geç kalınmış olabilir. İşte bu ve bunun gibi örneğin filozofların, şairlerin, abdalların, mutasavvıfların, münevverlerin, edebiyatçıların, yüzyıllar önce bir düşünce topluluğu olarak kabul görmüş sofistlerin üzerlerine hayatlarını harcadıkları düşünceler için zamanı yoktur sosyopatın! Sosyopatların okur olduğunu bile sanmıyorum hatta…

Okumak da empatiyi gereksindirir.

***

Sosyopatın zamanı herhalde herkesten daha değeli olmalıdır! Herhalde kendi amacı dışında başka hiçbir şeyin de önemi yoktur.

Aslında toplumca herkesin birbirini anlayışla karşılamaktan çok şüphe ettiği, karşılıklı sevgi saygı kurallarını geliştirecek yerde bunlardan uzak durduğu, zaten beceremediği de bir sosyal ilişkiler ağında cebelleşiyoruz. Bu nasıl oldu bilmiyorum ama örneğin okullara çanta dolusu para ödediğini düşünen bir veli bunu çocuğuna yansıtmaz mı?

O çocuklardan bazıları da bu parayı alan kişilerin okulda veya dershanede gördüğü adına “müdür”, “müdür yardımcısı”, “öğretmen”, “hizmetli” dediği kişiler olduğu bağlantısını kurup, onlara duyacağı insanın özünden yükselen temel saygı yerine vıcık bir alaycılık geliştirme ihtimalindedir… Eminim birçok kişi “öğretmeninden” “o kadın”, o herif” diye bahseden öğrenciler görmüştür. Niye? Görgü kurallarının verilememesi yüzünden mi? Ben öyle olduğunu sanmıyorum!

Kimsenin kimseye öğreteceği bir görgü kuralı klişesi kalmadı ki… Hep bunların gölgesinde sayısız hamasi nutuklarla yetiştirilmeye çalışıldık! Onca gevezelik en sonunda bir halta yaramadı tabii…

Kişiye işin özünü kaybettiren iki temel şey biliyorum! Biri, öğretenin yani genelde bütün yetişkinlerin bilgisizliği, ikincisi gün geçtikçe her hizmetin maddi bir karşılığı olduğu düşüncesinin uygulamaya geçirilmesi.

Hayat okulunda alınan dersler -ters öğretiler de olsa- belki daha kalıcı olmaktadır kişide... Empati kurabilen nesillerin yetişmesini empati kuramayan kişilerin çoğalması ve başarılı olması engellemektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder