8 Ağustos 2011 Pazartesi

Gez GÖZ arpacık




Askeri bir terimdir ve askerliğini “er” olarak yapan herkes çok iyi hatırlar bu 3 kelimelik, silahınla senin aranda kurulan hayati bağı temsil eden kuralı… Çünkü bu tür kurallar en çok erlerin başını ağrıtır! En azından tekerleme gibi olduğundan silahla ilgili bu kural akılda en kalıcısıdır…

Acemi birliğinde elinize tutuşturulan silahla karşınıza çıkartılır ve 25 metre atışlarından itibaren hedefi vurmanız için hem tüfeğinizin ayarını, hem de sizin hedefle silah üzerinden görsel bağlantı kurmanızı tanımlar.

Bir de yıllar sonra gittiğiniz göz doktorunun sizin gözünüzdeki problemi ortaya çıkartmak için çenenizi dayamanızı istediği, eliyle kafanızı düzelttiği aletin önünde, mercek ayarlarını yapıp bütün yaşam albümünüzün sayfalarını açtığı göz doktorunun mikroskobu vardır. “Sağ kulağıma bakın”, “sol omzuma bakın”, "aşağı bakın”, “yukarı bakın”…

***

Kelimeler saygılı bir şekilde “bakın” şeklinde değil de saygıdan kaba bir tona bürünüp “bak” şeklinde yineleniyorsa içinizden sonunda “AVANAK!” demek gelir… Bu saygı durumları doktoruna göre hep değişiklik gözettiğinden hangisi normdur, anlamak zordur!

“Hmmm… Bir hücre…”

“Yani ne?..”

“Evet, astigmat başlangıcı da…”

“Aman tanrım…”

“Keratit…”

“ Çok mu kötü yani?...”

“Sağ göz de ilerlemiş…”

“Hiç gerici değildir zaten… Ha pardon, o da kötü bir şey…”

“Gözün Türkiye gibi, ne net, ne de şu an Yunanistan gibi karanlıktasınız!”

“Ne?...”

“Aman be halen biraz görüyorsun ebeni, anla işte!”

“Ne?...”

“E beni diyorum, beni görüyorsun …”

“Siz göz doktoru muydunuz?...”

“Biraz ‘söz’ de var tabii… Nasıl stand-upçı olur mu benden? Hemşireler çok komik olduğumu söylüyor…”

“Bu laf oyunlarını şımarık kolej çocukları yapıyor çoğunluk…”

“Benim de var iki tane, bu devirde çocuk okutmak çok zor!”

“Devlet okulunda okutun o zaman!”

“Al işte bleferit de var sende, ıyyy, uzak dur benden…”

“Göz doktoru olduğunuza emin misiniz?”

“Kapıda ki yazıyı okuyamadın galiba… Sana görme alanı taraması bile yapmadan gözlük yazıyorum, al işte dört göz seni…”

***

Göz önemlidir… Göz kusurlu ama muhteşem bir organdır. Göz hem gerçekleri gören hem de görmek istemediği şeyler içinde başka yerleri seçip bakabilen bir mekanizmadır.

Bütün gözleri yakınlaştıracak merceklere sahipseniz eğer, bütün gözler etkileyicidir… Bunu beni muayene eden genç kadın doktorun tepkilerinden çıkardım! (O an baktığı benim gözlerim değildi tabii, genel bir ifadeydi…) Ama duygusal anlamda da kullanmak isterim bu saptamayı… Gözler yalan söylemez. Gözler her zaman çok şey söyler… Bu yüzden bünyeye fazla gelen şeye kapalı olan insan bilincine gözlerin söyledikleri de bazen çok gelir…

Kapkara gözlüklerle yolda karşıma çıkan hiç kimseye güvenmem. Çok tanıdığım biri olsa bile “tanımadığım biri” hissine kapılırım. İnsanların hava için kara gözlükleri seçmesi tam anlamıyla matristir. Kendilerini belli bir insansızlıkta denkleştirirler… Gözlerindeki o güzel yıldızları öldürürler… Kara gözlük havalılık değil düpedüz sosyal militarizmdir. Örneğin bu imgeyi O.Günay’ın şiirlerinde sık olarak görürsünüz.

Bunlar dışında engelli vatandaşların doğal olarak aksesuarıdır. Güneş gözlükleri de zararlı ışınlardan koruduğu için gereklidir. Bu anlamlı bir ayırımdır. Buna hiçbir sözümüz olamaz.

***

Türkiye yıllardır gözleri bozuk insanlarla dolu, yemin ederim… Gözlük takmayı benim gibi sevmeyenler, kendine yediremeyenler, “dört göz” kızdırmacılığıyla çocukluk saplantısına takılıp kalmışlar, mucize umanlar, boş vermişler ile dolu… Bunun dışında olan bitene aldırmamak da duygusal körlüktür. Biz duygusal bir millet olmamıza rağmen çok katı kurallara, empati kuramayacak kadar cehaletliklere de imza atmakta birbirimizle yarışırız. En son kadın cinayetlerinin bu silsilede yer aldığını düşünüyorum. Ya da şu son Erzurum’da yaşanan genç bir kadının “sigara içtiği için” nerdeyse linç ile karşı karşıya kalması. Böyle bir anlayış görse ne olur, görmese ne olur? Öğretilmiş basmakalıplarla işte ancak bu kadarını görüp, bu kadar insan olduktan sonra…

Onların istediği hakkını aramaya alışmamış insanların, korkanların, panik halinde yaşayanların, tedirginlerin kaynadığı bir ülke… “Hakkımızı aramaya alışmış olsaydık” kolayımıza geldiği için kadın doktora diklenmezdik, erkek doktora “hocam” diye taparcasına yavşamazdık… Tabii ne kadın, ne erkek bütün çalışanlarla kurulan resmi ilişki karşılıklı saygı kuralları çerçevesinde yerleşmeli ki bu eğitimdir.

Gözlerimize bakmayı becerebilmeliyiz! Öyle hödük gibi, dövmek güdüsüyle değil tabii! Öyle bakanların da her tarafta kendini bir şey zannetmesi gibi bir haldeyiz… Aynı kişiler örneğin polisle karşılaşınca birden eğitimli Harvard diplomalı, uysal yaratıklara dönüşmüyorlar mı? Ufff… Bizim şu küçük ikircikçiliklerimiz! Gazete de haber, “vali halkı bakana şikayet etti!” Tunceli’de genel olarak “hayır” çıktığı içinmiş… Okumak, okumamak meselesi de değil bu, vali bile böyle saçmalayabiliyorsa kültürel bir meseledir bu!

Anlamak amacıyla göz göze gelmeliyiz… Hırlaşmak amacıyla değil! Ama yolda bile size tip tip bakan birileri mutlaka çıkar! Bundan zevk alıyordur ama niçin? Anladıkça anlaşacağız… Yapabilirsek… Doktorun baktığı göz mikroskobunun açtığı sayfalar bizim de duygusal zekamızda farklı şekillerde var! Onu çalıştıracağız… O zaman elimize aynı teknede olup da yıllardır bunu nasıl fark etmediğimizin haritası geçecek. İnsani olan hazinenin yerini o zaman bulacağız! Biraz Cuma vaazının Pazartesi versiyonu gibi oldu ama insani bir şeylerle süsleyeyim istedim bu yazıyı… Yoksa bende bilmez miyim, bazı gözlerde göreceğimizin bizi kahredeceğini…

Karısını, çocuğunu dövenlerin…

Halkı soyanların…

İktidar dalkavukluğu ile iş görenlerin…

Adamına göre, amacına göre iş yapanların…

Söylediği ile yaptığı birbirini tutmayanların…

Kendinden menkul başka yasa tanımayanların…

Peki, yıllar boyu ezilerek, korkutularak yönetildiğimiz ve yönlendirildiğimiz için gözlerimize çökmüş umutsuzlukları, kederleri, çaresizlikleri daha halen görmek istemeyenlerin bizde yarattıkları cesuryürekçikleri onarmak o kadar kolay mıdır? Belki net görememek, azıcık fulü görmek, çift görmek, hatta hiç görmemek bile bazen yeğdir, göre göre kahrolmaktan… Çoğumuz kaç kere dağdaki çoban kadar saf kalıp, olaylara yakın olmamak istemişizdir elimizden bir şey gelmeyeceğini düşünmekten!

Yüreğimizin gözleri ne kadardır bozuk, ne kadar hasarlı, ne kadar yaralı acaba?

Gez Göz Arpacık deyince YAŞ kararlarından bahsetmeden olmaz. Daha fazla sivilleşmeye evet, sivil diktatörlüğüne hayır.

“Kimsenin gözünün YAŞarmaması dileğiyle… Benden stand-upçı olur mu?”

“Göz Doktoru Nedim, sizi sahneden çağırıyorlar..”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder